Изучаем турецкий язык с нуля!
Тексты для чтения


Sen herkesi sev

Barış öğle yemeğini bitirmişti, meyve tabağından bir elma ile mandalina aldı, balkona çıktı. O gün okulda çok bunalmıştı. Öğretmen, iki derste sürekli özet yazdırmış, teneffüse çıkarmamıştı. Bir yandan elmayı kemiriyor, bir yandan çevreye bakıyordu. Oturduklari yapı, on altı katlı, yetmiş daireliydi. Onlar on ikinci katta oturuyorlardı. Balkona çıkınca kendini uçmakta sayardı. Çevresinde ne varsa oyuncak gibi görüyordu. Bu ilginç görünüme dalarak, elmasını bitirdi, koçanını aşağıya attı, mandalinasını soymaya başladı.
Birden, ikinci katın on numaralı dairesinin balkonundan garip bir bağırtılar gelmeye başladı. Evin hanımı Serpil Hanım, başını yukarıya doğru kaldırmış, var gücüyle bağırıyordu:
— Evinizde çöp kabı yok mu? Görgüsüz insanlar! Apartmanda oturmayı bilmiyorsanız, gidin dağ başında bir kulübede oturun, bıktım sizin çöpünüzden!..
Barış, kendini savunmak istiyordu. Ama ne diyeceğini belemiyordu. Çünkü, biraz önce aşağıya attığı elma kocanı, Serpil Hanım’ın elinde, mandalina kabukları da sokakta duruyordu. Tek istediği annesinin olayı duymamasıydı. Yavaşça geri çekildi, odaya girip balkon kapısını kapadı. Bir süre durup asansör sesine kulak verdi.
Arka odada ütü yapmakta olan annesi, işini bitirip onun yanına geldiğinde Barış, olayın etkisinden sıyrılylmış, özene bezene, Türkiye haritası yapmaya koyulmuştu. Annesi, «Kolay gelsin.» diyerek karşısına oturdu. O sırada Barış, Ege kıyılarını çiziyordu. Bir an eli kaydı. Kalemin ucuyla üç burnu birleştirip tek bir çıkıntı durumuna getirdi.
Annesi telâşla atıldı:
— Dikkat et oğlum! Kalemin ucuyla yok ettiğin üç burun üzyıllardır uğruna kan dökülüp can verilerek, yurt edinilmiş topraklardır. Haritadaki, tek noktalık toprağın bile değeri büyüktür. Bunu gözden kaçırmamalısın.
Barı hemen bu yeri sildi. Gerçeğe uygun biçimde yeniden çizmeye başladı. Bir yandan da gülümsüyordu. Burunları çizince kalemi bıraktı:
— Bak anne, sana hoşuna gidecek şey anlatacağım. Harita üzerinde konuşuken öğretmen de senin gibi, ülkemizin doğu hep «topraklarımız» diye söz eder. Geçen gün, Sevr Antlaşması’ndan söz ediliyordu. «İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlılar ülkemizin doğu, batı ve güneyindeki toprakları aldılar. Bize sadece, Ankara ve cevresinde bir avuç toprak bıraktılar.» dedi. Sınıfımıza yeni gelen bir arkadaş var. Çekine çekine parmak kaldırıp «Öğretmenim, düşmanlar onca toprağımızı ülkelerine neyle taşıdılar acaba?» diye sormasın mı?
Annesi, üzüntüyle içini çekerek Barış’ ın sözünü kesti:
— Atatürk’ ün önderliğinde ulusça el ele vermeseydik, bu işin üstesinden gelemezdik. El birlik olmak da kolay değil hani! Ancak birbirini seven insanlar elbirlik olabilir. Şu apartmanda yetmiş aile yaşıyor. Yaklaşık olarak üç dört yüz kişi eder. Kışla savaşmak için yakıt alınacak. Bir türlü el birlik olup da yakıt parasını toplayamadık. Çünkü koca yapıda kimse kimseyi tanımıyor. Kapılarda, asansörlerde karşılaşırsak, şöyle bir baştan savma selâm veriyoruz birbirimize. Kimileri bunu da yapmıyor. O nedenle hep birbirimizi eleştirip duruyoruz. Duyduğuma göre, katlar arasında olmadık şeylerden kavgalar çıkıyormuş...
— Öğretmenim de böyle söylüyor: «Eğer insanlara insan sevgisi öğretilebilseydi, uluslar, birbirleriyle savaşmaz, tersine tüm güçlerini birleştirerek, doğanın yıkıcı güçlerine, açlığa ve hastalıklara karşı kendilerini savunma yolları ararlardı. O zaman belki de yeryüzünde, bugünkü gibi kimi insanlar fazlasıyla beslenirken, kimi insanlar, açlıktan ölme durumuna gelmezlerdi.» diyor.
Barış, bir an durup annesinin yüzüne baktı. Kendisini ilgiyle dinlediğini görünce sordu:
— Böyle bir şey olabilir mi anne? Yeryüzünde birbirlerinin dillerini, törelerini, âdetlerini bilmeyen, yani birbirlerini hiç tanımayan insanlar var. Bunlar birbirlerini nasıl sevebilirler? Bu yolla savaşların önüne nasıl geçilebilir? Pek aklım ermedi.
Annesi hiç düşünmeden yanıtladı:
— Bir ulus içindeki insanlar birbirlerini sevmeyi öğrenmişlerse, onlar komşu ulusların insanlarla da "insan" oldukları için seveceklerdir. O komşular da kendi komşularını sevince doğal olarak yeryüzü, birbirlerini seven inşalarla dolacaktır. Sen, bana ya da babana, öğretmenine, arkadaşlarına, akrabalarımıza kızsan silâhla saldırıp bizleri yok etmeye evlerimizi yakıp yıkmaya kalkışabilir misin?
Barış telâşla atıldı:
— Böyle bir şeyi kesinlikle yapamam.
— Neden? dedi, annesi.
— Çünkü sizleri seviyorum...
— İşte dedi, annesi. Anlatmak istediğim de bu...
Barış bir an on numaradaki komşu kadını düşündü. «O hanımın beni sevebileceğini hiç sanmıyorum ya!...» diye mırıldandı.
Annesi odadan çıkıyorken geri döndü:
— Yoksa, bu dediğime hâlâ aklın ermedi mi?
— Eh, diye boynunu kırdı Barış! Aklıma takılan bazı şeyler var da...
Böylece kış geldi geçti. Okullar kapandı. Barış dördüncü sınıf öğrencisi oldu. Babası işyerinden yıllık iznini aldı. Hep birlikte, gemiyle Kıbrıs’a geziye çıktılar, Barış gezi sırasında sevinçten kabına sığmaz olmuştu. Pek çok arkadaş edinmişti. Onlarla geziyor, oyunlar oynuyordu. Bazen de bir köşeye toplanıp aralarında söyleşiyorlardı.
Bir gün yemek sonrasında herkes kamaralarına çekilmiş dinleniyordu. Barış arkadaşlarını aradı, bulamadı. Tek başına dolaşmaya koyuldu. Alt katlara indi, salonları gezdi.
Burundaki güverteye geldiğinde, üç yaşlarındaki bir çocuğun üst güverteye çıkan demir merdivenleri tırmanmaya çalıştığını gördü. Hemen telâşla koştu, onu kucağına aldı. Çocuğun üst güverteye çıktığında kurtarma sandallarının bulunduğu yerlerden ya da başka aralıklardan denize düşebileceğini, hatta demir merdivenden bile yuvarlanabileceğini düşünmüştü...
Çocuk önce direndi ama kurtulamadı. Barış ona sımsıkı sarılmıştı. Doğruca gidip gemi kâtibini buldu. Çocuk adının Cem olduğunu söyleyince, kâtip mikrafonla durumu yolculara duyurdu. Kısa sürede çevreleri yolcularla doldu. Cem’in annesi, çocuğunu ağlayarak bağrına bastı, sonra olayı anlattı:
— Oğlumu öğlen uykusuna yatırmıştım. Ona Kırmızı Başlıklı Kız’ın öyküsünü anlatıyordum. Birden uyuyakalmışım. Babası daha önce uyuduğundan, Cem’in kamaradan çıkışını duyan olmadı.
Çok korktum. Bu iyiliksever çocuk, oğlumu bulmasaydı, kimbilir başına neler gelecekti yavrumun!...
Cem’in annesiyle babası Barış’ın annesi ve babasıyla tanıştılar. Kısa sürede dost oldular. Yolculuk boyunca birbirlerinden ayrılmadılar.
Vapur, İstanbul’a yaklaşırken aynı masada oturmuş, akşam yemeklerini yiyorlardı. Barış’ ın babası, Cem’in babasına:
— Dostluğumuzu İstanbul’da da sürdürelim. Birbirimize adreslerimizi verelim. Siz nere de oturuyorsunuz? diye sordu.
— Ben de dedi, Cem’in babası, aynı soruyu soracaktım. Sizleri çok sevdik. Biz de dostluğumuzu sürdürmek istiyoruz.
Bunları söylerken, cebinden kartını çıkardı. Aynı anda, Barış’ın babası da kartını Cem’in babasına uzattı. Birden suskunluk oldu. Erkekler ellerindeki kanlara bakakalmışlardı.
— Oo! Meğer, aynı apartmanda oturuyormuşuz da haberimiz yokmuş, dedi Barış’ın babası...
Gerçekten, Cemler, Barışların oturduğu sitenin on numaralı dairesinde oturuyorlardı. Cem’in annesi, geçen sonbaharda, Barış’ın balkondan attığı elma kocanı yüzünden, bağırıp çağırarak ortalığı ayağa kaldıran Serpil Hanımdı...
Hep birlikte eve vardılar. Yakın akraba gibi birbirleriyle sarılıp sık sık görüşmek üzere sözleşerek vedalaştılar. Asansöre bindiklerinde Barış:
— Anne, dedi. Hani bir gün bana insanlar birbirlerini tanıyıp severlerse, yeryüzünde savaşlar sona erer demiştin ya, söylediklerine aklım ermeye başladı artık.
— Çok iyi, dedi annesi. Bu inanç seni ve çevrendekileri mutlu edecek.

Словарь к тексту

acaba - интересно
açlık - голод
âdet - привычка, обычай, традиция
aklı(m) ermek - понять, постичь
akraba - родственник
aralık - промежуток, интервал
asansör - лифт
atmak - бросать
avuç - ладонь, горсть, пригоршня
bağırtı - крик
bağrına basmak - прижимать к груди
baştan savma - только чтобы отвязаться
batı - запад
beslemek - кормить
bezen - украшение
bıkmak - (исх.) устать, надоесть, приесться
biçim - покрой, фасон, вид, форма
binmek - садиться (в автобус и т.п.)
birleştirmek - соединять, объединять
boyunca - в течение, на протяжение
bunalmak - переполненная
can vermek - умереть, испустить дух
çekinmek - стесняться
çıkıntı - выступ
çöp kabı - мусорное ведро
dalmak - погружаться, уходить с головой
değeri - ценность
demir - железный
dil - язык
direnmek - упираться, упрямиться
doğa - природа, натура
doğu - восток
dolaşmak - гулять
dolmak - наполняться
dökülmek - проливать
durum - ситуация, положение
düşman - враг
el ele vermek - объединиться, быть заодно
el vermek - протягивать руку помощи
elbirliği - единение, объединение
eleştirmek - критиковать, рецензировать
etki - влияние
garip - странный
gemi - корабль
geri çekilmek - отходить назад
gözden kaçırmamak - не упускать из виду
güney - юг
güverte - палуба
hoş(una) gitmek - нравиться
hoşuma gitti - мне понравилось
inanç - вера
iyilik sever - добрый
izin almak - брать отпуск
kabına sığmamak - быть нетерпеливым
kaldırmak - поднимать
kalkışmak - приниматься за что-либо, предпринимать, затевать
kamara - каюта
kan - кровь
kâtip - начальник
kavga - ссора
kaymak - скользить
kemirmek - грызть, глодать
kırmızı başlıklı kız - красная шапочка
kıyı - берег
koçan - сердцевина, корешок, огрызок
koyulmak - (д.п.) приниматься за что-либо
kulak vermek - прислушиваться (д.п.)
kulübe - будка
kurtarma sandalları - спасательные лодки
mandalina - мандарин
mırıldanmak - бормотать, бурчать
ortalık - округа
önderlik - лидерство, руководство
özen - старание
özet yazmak - излагать вкратце, делать конспект
saldırmak - бросаться, кидаться
savaşmak - воевать
savunmak - защищать
saymak - считать
sıyrılmak - (исх.) избавиться, выпутаться
silah - оружие
silmek - стирать (ластиком)
soymak - снимать кожицу, облупить, обдирать
söz etmek - рассказывать
söz kesmek - прерывать, перебивать
suskunluk - молчание
sürdürmek - продолжать
sürekli - постоянно
takılmak - застревать, западать, задевать
tersine - наоборот
tırmanmak - карабкаться, влезать
loplamak - собирать
toprak - земля
tören - церемония, обряд, праздник
- стержень
ulus - нация
uzatmak - протягивать
ütü yapmak - гладить
üzüntü - беспокойство, волнение
vedalaşmak - прощаться
yakıt - топливо
yaklaşık - примерно, приблизительно
yaklaşmak - приближаться, подходить, подъезжать
yakmak - жечь, сжигать
yattırmak - укладывать (спать)
Yunanistan - Греция
yeniden - заново
yıkıcı - разрушитель
yıkmak - разрушать, ломать
yolcular - путники, путешественники
yurt - 1) край, родина; 2) общежитие
yuvarlanmak - скатиться, упасть, свалиться
yüzyıl - век

Вопросы к тексту

  1. Barış balkonda ne yapıyordu?
  2. Onun ailesi kaçıncı katta oturuyordu?
  3. Onların oturdukları yapı kaç katlıydı?
  4. İkinci katın on numaralı dairesinin balkonundan niçin garip bağırtılar gelmeye başladılar?
  5. Barış balkondan odaya girip ne yapmaya başladı?
  6. Annesi neden telâşla konuşmaya başladı?
  7. Barış annesine nasıl bir şey anlattı?
  8. Barış’ın öğretmeni harita üzerinde konuşurken ne söz eder?
  9. Nasıl insanlar elbirlık olabilirler?
  10. Barışa göre hiç tanımayan insanlar birbirlerini sevebilirler mi?
  11. Barış babasına, öğretmenine, arkadaşlarına silâhla kalkışabilir mi?
  12. Annesi Barış’a ne anlatmaya çalışıyordu?
  13. Barış Serpil Hanımın onu sevebileceğini sanıyor muydu?
  14. Barış kaçıncı sınıf öğrencisi oldu?
  15. Barış ailesiyle tatile için nereye çıktı? Ne ile?
  16. Barış geri sırasında nasıldı?
  17. Bir gün yemekten sonra Barış niçin tek başına dolaşıyordu?
  18. Barış ne yaptığı çocuğu gördü?
  19. Barış onu aldı mı? Kurtardı mı? Çocuğun adı neydi?
  20. Çocuğu aldıktan sonra Barış nereye gitti?
  21. Durumu yolculara kim duyurdu?
  22. Cem’in annesi niçin Cem’in kamaradan çıkışını duyan olmadı?
  23. Cem’in annesi babası Barış’ın annesi babasıyla nasıl tanıştılar?
  24. Barış’ın babası Cem’in ailesiyle dostluğu devam etmeyi istedi mi?
  25. Barış’ın babası Cem’in babasına kartını uzatırken neyi anladı?
  26. Geçen sonbaharda Barış’a kim bağırmıştı?
  27. İki aile nasıl vedalaştılar?
  28. Barış annesinin söylediklerini ne zaman anladı? Niçin?